Bütün TÜRKler
Kardeştir!
Ey Tanrı Dağları'nda doğup bu acunda at koşturan şanlı
akıncı, yüreklerinde ozanların kopuz çaldığı Dede Korkut ruhlu bilge, bir
günde devlet yıkıp bir gecede hanlık kuran yiğit çeri, bengü taşlar
yazdıran Bilge Kağan'ın torunu, gök mavisi bayraklarla kurt başlı
sancakları göklere çektiren alp kişi, korkaklara Çin Seddi'ni yaptıran
Mete Han'ın ve onların sarayını kırk kişiyle basan Kürşad'ın soyundan
gelen yüce TÜRK, sözüm sanadır.
Bugün dünyadaki birçok millet henüz ortada yokken biz
TÜRKler devlet kuruyor, bu dünyanın düzenini sağlıyorduk. Binlerce yıl
öncesinde Hunlar ve Göktürkler ile Türk adını tüm acuna duyurmuş ve dünya
egemenliğine kavuşmuştuk. Mavi gök çadırımız, güneş de bayrağımız olmuştu.
Gücümüzü yalnızca kılıcımızın keskin, bileğimizin de güçlü olmasından
almıyorduk; yüce töremiz, inancımız, devletimize bağlılığımız ve eşsiz
kültürümüz bizi diğer milletlerden üstün kılıyordu. Kaşgarlı Mahmud Atamız
da, "Tanrı’nın devlet güneşini Türk burçlarında doğurduğunu ve onların
üzerine göklerin bütün ışıklarını döndürmüş olduğunu gördüm. Tanrı onlara
Türk adını verdi ve onları yeryüzüne ilbay kıldı." diyerek Türklüğün
kutluluğunu bin yıl öncesinden bize bildirmişti.
İkinci Göktürk Devleti'nde TÜRK soylu bütün kişiler tek
bayrak altında toplanmıştı ve sonrasında Türk göçleriyle kandaşlar acunun
farklı bölgelerine yayılmaya başladı. Birbirinden ayrı düşen soydaşların
aralarındaki mesafeler, Rusların, Çinlilerin ve sayısız düşmanların
bizleri bölmek için yaptıkları çalışmalarla arttı. Ruslar "Siz TÜRK
değilsiniz. Siz, Kırgız, Azeri, Özbek, Kazak, Tatar...'sınız." dediler
ve önce kutlu dilimizi parçaladılar. Her Türk lehçesi için uydurma birkaç
kural oluşturup, onları ayrı ayrı diller durumuna getirdiler. Ağzımızdaki
ana sütü kadar ak olan Türkçemizi bölüp, yirmiden fazla parçaya ayıran
Ruslar, binlerce yıllık töremizi ve kültürümüzü de yozlaştırmak için
ellerinden geleni yaptılar.
Türk dünyası üzerinde oynanan bütün oyunlar, Türklük
güneşini her geçen gün soldurdu. "İl gider, töre kalır." dedik,
fakat töremiz de bozuldu. Kırgızistan, Özbekistan, Azerbaycan,
Türkmenistan, Kazakistan, Tataristan, Gagauzya, Yakutistan, Çuvaşistan,
Başkurdistan...'daki Türklerin bir kısmı, Türk olmadıklarını söyleyenlere
inandılar ve bunlar bugün dünyada yaşayan 300 milyona yakın soydaşından
habersiz yaşamaya başladılar. Bu yabancılaşmalar sonucunda Türk illeri "yabancı
ülkeler" haline geldi. Fakat doğru sözü, Bilge Kağan'ın bengü
taşlarında arayanlar, atamızın 1300 yıl önce bize şöyle seslendiğini
göreceklerdi: "Ey Türk budunu, üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız
yer delinmedikçe, senin ilini ve töreni kim bozabilir?"
Bütün ayrılıklar, gönüllerimizdeki Türklük aşkını
yıpratmadı, tam tersine yüreklerimizdeki bu büyük ateşi daha da
alevlendirdi. 1990'lı yılların başında soydaşlarımızın bağımsızlığına
kavuşmasıyla, kutlu TÜRK birliğine kavuşacağımız gün, düşlerimizi
süslemeye başladı. Bugün, sömürgeci devletlerin göz diktiği yurtlarımızı
korumanın ve TÜRK adını binlerce yıl daha yaşatabilmek için gelecek
kuşaklara taşıyabilmenin tek yolunun, bütün TÜRKlerin aramızdaki kutlu
kardeşliğin farkına varması ve bu temelde birleşmeyi sağlaması olduğu
anlaşılmalıdır. Bu yüce ülkü, biz TÜRKler için geleceğin anahtarı,
yurtlarımızın güvenliği için Türk gücünün ve bağımsızlığımızın ilk
adımıdır.
Türk dünyası içinde yaşayan Türkler olarak, kimimiz
Oğuz, kimimiz Kıpçak boyundanız. "Sen kimsin?" diye sorduklarında,
"Türk men." diye yanıtlamış kandaşlarımız ve "Türkmen"
olarak kalmış adları. Kimimiz Gök Oğuzlar'dan gelen "Gagauz"
Türklerindeniz. Oğuz Türkleri atlarıyla Anadolu'ya gelmiş; fakat Kırgız
Türkleri atlarını kesip yediği için atalarımızın yurdu olan Tanrı
Dağları'nda kalmışlar. Baş kurt biziz, Kazak yine biz. Biz, bir kere ölüp
Ergenekon'da bin defa dirilen Göktürkler'iz! Biz, aynı kazanda pişen aş;
aynı kökte büyüyen koca bir ağacın dallarıyız.
Atalarımız Altaylar'da oturup, Ötüken'de savaşmış; Isık
Göl gibi kımız sağıp, Ala Dağlar kadar et yığmışlar. Toylar düzenleyip,
ana yurdu şen kılmışlar. Fakat zamanı geldiğinde bir ölüp, bin dirilmeyi
görev bilmişler. "Rahat yatakta ölmek acep olmaz mı çile, / Kanlı sınır
boyları bize mezar olmalı." düşüncesiyle hareket edip, demir dağları
eriterek, damarlarımızdaki asil kanın bugünlere dek taşınmasını
sağlamışlar.
Şimdi, binlerce yıldır saklayıp bugünlere taşıdığımız
töremizi, dilimizi, soyumuzu, yani bütün Türklük değerlerimizi gelecek
kuşaklara aynı gücüyle ve saf bir biçimde aktarabilmek için, bu yüzyılda
yaşayan TÜRKler olarak bizlere çok büyük görevler düşüyor. Eğer bir gün
Tanrı Dağları'nın tepesinde Oğuz Kağan'ın otağına girip, onun otağında
oturan Kürşad gibi nice erlerin önünde diz vurabilmeyi düşlüyorsak,
atalarımızdan devraldığımız kurt başlı sancağı taşımayı hak edebilmeliyiz.
Eğer Altaylar'ın başında uluyan bir kurt veya ana yurdun üstünde süzülen
bir kartal olmak istiyorsak, önce bir kurt kadar yol gösterici ve bir
kartal kadar keskin görüşlü olmalıyız.
Yüce Tanrı, Türk dünyasındaki kardeşlik bağlarının
güçlenmesini ve kardeşliğimizin gücüyle Türklük ruhunu sonsuza kadar
yaşatabilmemizi sağlasın.
Tanrı, TÜRK'ü korusun!
|